Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Dersimliyim!-Ali Can Önlü

Dersimliyim! İstiklal mahkemelerinde sorgusuz, sualsiz idam fermanı çıkartılan Seyid Rızaların darağacında sallandırılan bedenlerinin gölgesinin düştüğü topraklardan geliyorum.

Annemin adı Emê, babamın adı Heydê Dedmom'dur. “Devlete başkaldırmadıkları” halde 56 üyesi Remedan deresinde süngülenip, yakılan Hormek aşiretindenim...

O büyük katliamdan 30 sene sonra Nazımiye (Kızıl Kilise-Qısle) nin Sarıyayla (Civrak) köyünde doğdum. 10 yaşıma kadar kız kardeşleri, halaları, dayıları, diğer aile üyeleri devlet tarafından katledilen ninemim ağzından Dersim’in vahşetini dinleyerek büyüdüm. Laç deresinde akan cesetler ninemin ağıtlarında akmaya devam etti. Ninemden “sürgüne yollanacaklar” diye evden alınan 56 aile /aşiret üyesinin katledildiğini duyunca yürüyemeyecek denli yaşlı olduğu için götürülmeyen Dakoye’nin (ninemim ninesi ) kendisini astığını öğrendim. 38 de Dersim’i yakan alevlerin ağıtları çocukluğumu aydınlattı. Devlet denen aygıtının ne olduğunu öğrendim.

Ölümü, en azından yaşamının bazı anlarında, düşünmemiş insan yoktur. Onlardan biriyim ben de... Nedendir  bilmem,  ölümü,  düşünmek,...Tıpkı büyük ninem gibi...Ve bu psikoloji ile bugünlere gelmek...

1978 yılında ailem tarafından Kütahya’ya amcamın yanına gönderildim. Dersim’e gidiş gelişlerle birlikte 6 yıl burada kaldım. Yengem Dr. Sait Kırmızıtoprak’ın (Dr.Şivan) tek kız kardeşiydi. 49 lar davasında da yargılanan Dr Şivan Türkiye KDP sinin kurucusudur... Silahlı mücadele ile Marksist bir Kürdistan kurmak için yola çıkmıştı. Hala ortaya net olarak çıkartılamayan bir komplo sonucu katledilmişti. Kütahya’da onun hatırası ile büyüdüm.

1984 yılında İstanbul’a gittim. 90'lı yıllar Kürtlerin kitlesel olarak kendi kimliklerine sahip çıkmaya başladıkları bir dönemdi. Bu sürece katılmam zor olmadı. Her an harekete geçmeye hazır haldeydim zaten. Dersim genel de sol ile birlikte anılır. Türk sol hareketine çok yoğun katılımların olduğu dönemlerdi. İşte yıllarca Dersimlilik ve Alevilik kimliği karşısında Kürtlük kimliği ikinci planda kalmıştır. Yetiştiğim aile ortamı ise Kürtlük bilincinin önde olduğu bir yapıdaydı. En önemlisi bu ortamdan Sait Kırmızıtoprak gibi kendisini Dersimlilik ve Alevilik sınırlarına sıkıştırmayıp Kürtlük bilincini yaymaya çalışan biri çıkmıştı. Bu bilincin beni de şekillendireceği açıktır. 90’ lardaki hareketlenmeyi kendi bilincimin hareketi olarak gördüm ve HEP içinde aktif siyasete girdim. Şimdi bu mahkemede tarihim ve bilincim yargılanıyor. Kendimi tekil bir şahıs olarak ele almıyorum. Dolayısıyla yargılanmam da tekil şahıs değildir.

Kimliğimin özünü, partimin de dâhil olduğu gelenekte buldum. Öyle olmasaydı ya herhangi doğal muhalif Dersimli gibi kalacaktım, ya da herhangi Türk Sol hareketine katılacaktım. İkisi de olmadı. Köklerim, HEP şahsında kendini dışa vuran siyasetin kökleri ile aynı olduğunu fark ettim ve bu heyecan verdi bana. Geleneği gelenek yapan onun süreklileşen güncelliğidir. Tarih gelen-ek üzerinden hep güncel kalır. Bu Ağır Ceza Mahkemesi nasıl ki İstiklal Mahkemelerinin geleneksel devamı ise, burada yargılanmam da Dersim yargılamalarının tarihsel uzantısıdır. Tarihsellik ve güncellik bu mahkeme salonunda buluşuyor. Kendime ilişkin belirteceklerim, Dersim’e ilişkin belirteceklerimden ibarettir. On yaşında Dersim’den çıktım, döndüm dolaştım yıllar sonra seçilmiş bir yerel yönetici olarak Dersime geri geldim. Yargılama konusu yapılanda yerel yönetim çalışmalarım zaten. Dersim’i en iyi ifade eden, partimin genel ve yerel siyasetidir. Program, tüzüğümüzün özünü oluşturan” Demokratik Ekolojik Toplum” çizgisi en çok da Dersim’i anlatır gibidir. *Demokratik ve Özgür Belediyecilik kimliğimiz de böyledir. Toplumsal felsefemiz, Doğal Topluma dayanır. Dersim, Doğal Toplumun en diri olduğu nadide yerlerdendir. Dolayısıyla mahkemenizde yargılanan da, siyasetimize temel teşkil eden Doğal Toplum çizgimiz olmaktadır. Bundan Dersim’de payını alır. Toplumun doğallığını savunup geleneği yaşatmaya çalışan bir partinin çabalarını yargılamak, Doğal Toplumu ve benim açımdan Dersim’i yargılamakla birdir. Partimde Dersim’i görüyorum. Seyit Rıza’nın idamı nasılsa DTP’nin tüzel idamı da öyledir. Her ikisinde de amaç, gerekçe ve fail aynıdır. Dersim Doğal Toplumun bir özelliği olarak devlete itaat etmediği için yakıldı. Partimiz ise devlet odaklı bir parti olmayı reddettiği için kapatıldı. İkisinin de “günahı” Doğal Toplumu savunmaktı. Savunmamın da aynı doğrultuda gelişeceği açıktır. Bu aynı zamanda Tunceli’ye karşı Dersim’i savunma anlamına gelmektedir. Dersim Doğal Toplumu, Tunceli ise post modern toplumu ifade eder. Yani sonra eklektik modernizm neye sızmış ise orayı ruhsuzlaştırmıştır. Parti olarak gerek genel, gerekse yerel yönetimler siyasetimizle, bu yönlü modernizmin yol açtığı tahribatları aşmaya çalıştık. Söz konusu çabamızın bu post modern hukuk cephesinden tepki ile karşılanması ideolojik saiklerin sonucudur. Hukuk resmi toplumu bir arada tutan yazılı devlettir. Gayri-resmi toplum ise ahlaktan örülü Doğal Toplumu ifade eder. Resmi toplum, toplum-biçimli devlet olduğu içindir ki Doğal Toplum ve ona dayalı çalışmalarımız illegal ilan edildi. O açıdan Dersim gayri-resmi, Tunceli de resmi toplumun kimliği olmaktadır. Tunceli’nin tarihi resmi tarihtir. Ve bir soykırımla yazılmıştır. Dersim’in ise kronolojik olarak sıralayabileceğimiz resmi bir tarihi yoktur. Çünkü resmi toplum değildir.” resmi tarih” dediğimiz şey devlet tarafından yazılan tarihtir. İnsanlık tarihinde yazılı tarihin ortaya çıkışı, devletin ortaya çıkışı ile birlikte gerçekleşir. Dersim’de tarihin hiçbir döneminde bilinen manası ile bir devlet bulunmadığı için özgün bir resmi Dersim tarihine rastlanmaz. Ancak bu Dersim’in tarihsiz olduğu anlamına gelmemektedir. Dersim’de ki daha çok yazılı olmayan gayri-resmi doğal organik ve kültürel tarihtir. Tarih, doğa ve kültür üzerinden buluşup akar. Sey Qazi , Sılo Qız, Şeycan, Hüseyin Doğanay ve Firig Dedenin klamlarında Dersim tarihi dile gelir. Mitolojilerimizin tamamı, birer tarihsel anlatılar olarak Dersim’in doğasını ve insanını tek bir tarihsel süreç şeklinde verir. Munzur hem sıradan bir çobandır, hem de kutsal bir nehir. Yani özünde insan olan ritüellerdir bunlar. Dersim tarihi böylelikle bireyi, toplumu ve doğayı aynı bağlam üzerinden verir.

Pozitivist-modernist tarih bilimi tarafından, folklorik veya mitolojik tarihimiz “masal” şeklinde sunulmaktadır. Pozitivist-modernist tarih bilimi, ulus devlet bilimidir. Bu bilim içinde devletin olmadığı süreçleri tarih olarak kabul etmeyerek yok sayar. Dersim’in tarihi de Türk ulus devleti tarafından yok sayılmıştır. Yok, saymanın bir adım sonrası yok etmektir. Dersim, resmen Tuncelileştirilerek ardından 38 de katliamdan geçirilerek devletçe yok edilmek istenir. Yok, etme siyaseti, günümüzde halen devam etmektedir. Munzur nehri Dersim tarihinin sürekli akan unsurudur. Bu tarihsel varlığı baraj siyaseti ile yok ettiğinizde hem bir tarihi hem de Dersim eko sistemini yok etmiş olursunuz.

Kürdistan halkı, Mezopotamya’nın yerleşik halklarındandır. O nedenle Dersim tarihine neolitik çağdan başlamak daha uygundur. Yüzyıllar içinde çeşitli nüfus hareketlenmelerine ve gel-gitlere sahip olmakla birlikte, Kürtler burada sürekli bir yerleşim halinde olmuştur. Sınırlı yazılı kaynaklar ve günümüzde “Alevilik ”adı altında kendini yaşatan yerleşik-geleneksel inanç bunu göstermektedir. Aşılmaz dağları, eşsiz bitki-hayvan türlerinin zenginliği ve Munzur’un varlığı çok sistematik ve devasa bir insansızlaştırma saldırısı olmadığı müddetçe tarihte Dersimin yerleşik halklardan yoksun olabileceğini düşünmek gerçekçi değildir. Kapsamlı ve karşısında dayanılamaz bir dış yönelim yoksa eğer, Dersim binlerce yıllık bir yerleşime uygun yapıdadır. Yerleşenin ayrılması için ciddi bir doğal gerekçe bulunmamaktadır. Dağları doğal bir korunak durumundadır. Üzerinde yaşayanları aç susuz bırakmaz, aksine cennet parçası bir yaşam sunar. Kendine bağlar. Bu özellikleri Dersim’i Kürtlere kalıcı yurt yapmış ve yerleşik halklardan Ermenilerle birlikte zengin bir kültürel ortam olmuştur. Dersim Mezopotamya ekosisteminin parçası olan Kürtlerin kültürel direnç damarlarındandır. Bu damar insanın şah damarı ile kıyaslanabilir ancak. Cumhuriyet Devleti cephesinden “Kürtlüğün merkezi” veya “çıbanbaşı” şeklinde karşılanmasının anlamı budur. “Kürtlüğün merkezi” olarak boşuna tanımlanmamıştır. Dersim Kürtlüğü, Kürtlüğün tarihsel bakımından en eski köklerine yakınlığı ifade eder. Yeni bir ulus yaratmayı hedefleyen Türk devletinin bu amaçla Dersim’e şiddetle yöneleceği açıktır. Kürt kimliği Kürdistan dediğimiz ekosistemin toplumsal ve kültürel ifadesi olmaktadır. Doğa kendini toplumda yansıtır, toplumda doğada. Bu birliğe “Doğal Toplum” diyoruz. Devlet Dersim’e yönelirken diğer kimliklere karşıtlık üzerinden oluşturduğu kendi yapay kimliği kadar, devlet olmaktan kaynaklı ideolojik özünün gereklerine göre davranmıştır. İnsanlık tarihinde devlet, Doğal Toplum ile onun tüm değerlerine düşmanlık yaparak ortaya çıkar. Devletin sosyolojik ve politik kimliği erkektir. “erkek” sıfatı erkten veya iktidardan türemiştir. Dolayısı ile ideolojisi de erildir. Devletin Doğal Toplum karşıtlığı dediğimiz şey, kadın ve doğa karşıtlığıdır. Doğal Toplum kadınsal toplumdur. Bu toplumun ideolojisi şeklinde de tanımlayabileceğimiz zihniyet yapısı animizimdir. O bakımdan devlet, ideolojik olarak da animizm karşıtıdır. Devletin varoluş gerekçesi olan bu karşıtlık, Sümerlerden günümüze kadar derinleşerek devam etmiştir. Türk ulus devletinin Dersim’e acımasızca yönelmesinin, böyle tarihsel ve ideolojik bir arka planı bulunmaktadır. Yeryüzünün tamamında benzer özelliklere rastlamak mümkündür. Pek çok halk ve kültür, dışarıdan gelen kolonyalist güçler tarafından ortadan kaldırılırken, uygulamaya imza atan devletler, devlet olmaktan kaynaklı imhacı doğalarına uygun davranıyorlardı. Aynı diyalektik Dersim’de de işletilmiştir. Direniş, Doğal Toplumun özüdür. Eğer insanlık olarak beşbin yıllık iktidar saldırıları karşısında tümden teslim olmamışsak, bu öz nedeniylendir.

DERSİM ALEVİLİĞİ ÖZGÜNDÜR

Dersim özgülünde Doğal Toplum direnir. Devletin esas yönelimi bu toplumsallığadır. Kürtlük doğal bir kimlik olarak, imha edilmeye çalışılan Doğal Toplumun yerel ismi olmaktadır.”Kürtlük “ile kastettiğimiz, etnik ve coğrafik bir aidiyet duygusu ve bilincidir. Bilincin en basit ifadesi, Dersim Aleviliğidir.                                       

Dersim’i, Kürtlüğü ve Aleviliği birbirinden ayrıştıramazsınız.Söz konusu birliğe neşter attığınızda ortaya Tunceli çıkar. Dersim Aleviliğinde devlet yoktur;Tam bir devletsizlik hali hakim iken, en ağır bedduası “Pirinden Pirsiz kalasın” dır. Sünniliğin “ya devlet başa ya kuzgun leşe” deyimi ne kadar ağır ve devletsizliğe bir gönderme ise, Pirsizlikte Dersim Aleviliğinde o kadar ağırdır.(Tunceli Aleviliği, Aleviliğin Sünniliğidir) Dersim Aleviliğinde Cemler kurmanci ve kırmancki yapılırken, Tunceli Aleviliğinde ise Türkçe yapılır. Tunceli Aleviliğinde “Allah devletimize zeval vermesin” sözü özünden uzaklaştırılmış Cemin bir tür besmelesi gibidir. Dersim Aleviliği devletsiz ve Pir’li iken Tunceli Aleviliği devletli ve Pir’sizdir. Burada, atanmış “Pirler” devlet yolunu gösterirken, Dersim Aleviliğinin doğal Pirleri, Hak yolunu gösterir.

Tunceli Aleviliği, asimile olmuş Dersim Aleviliğidir. Anadilimiz olan Kurmanci inancımızın temelini oluşturur. Dilimiz, kimliğimizdir. Asimile olmuş bir Dersimli bile, örneğin “Türkmüsün, Kürtmüsün” sorusuna soruyu sorduğunuz dile göre yanıt verir. Sorunuz Kurmanci ise, “Kürt” olduğu şeklinde yanıt verirken, aynı soruyu Türkçe yönelttiğimizde bu kez ”Türküm” der. Ama ister Kurmanci ve isterse Türkçe yöneltin “dilin nedir” şeklinde ki bir soruya tüm Dersimliler,”Kurmanci” veya”Kırmacki” diye yanıt verir. Türk olduğunu söyleyenler açısında da değişmez dil Kurmancidir. Otuz yıl öncesine kadar Kurmanci Cemlerin dilidir. Kutsallık, Kurmanci’de dile gelir.

Dersim Aleviliği, Kürt halkının eski inançlarının günümüze gelinceye değin aldığı son biçimlerden biridir. Anadolu Aleviliği ile benzeşen yönleri olduğu kadar, ayrılan yönleri de bulunmaktadır. Ancak ortak paydaları daha öndedir. Her iki Aleviliği tarihsel bağlamda geriye sardığınızda karşımıza önce Zerdüştlük, bir adım sonra ise animizm çıkar. Salt Anadolu ve Kürdistan’da değil dünyanın her tarafındaki inançların tarihsel arka planlarında animizm vardır. Animizm, insanlığın evrensel inanç ve zihniyetidir. Türkmenlere uygulanan ağır katliamlarla Anadolu Aleviliği bastırılıp asimile edilir ve ortaya Bektaşi Aleviliği çıkar. “Allah devletimize zeval vermesin” diyen Alevilik budur. Bektaşi Aleviliği neyse, Tunceli Aleviliği de odur. Hallacı Mansurlar, Seyid Nesimiler, Baba İshaklar, Seyit Rızalar direnirken Bektaşi- Tunceli Aleviliği devlet karşısında bir çözülüşü ifade eder. Halkın yolu her türden zulme karşı direniş yoludur.

Dersim Aleviliğinin egemen İslam inancıyla pek alakası yoktur. Animizm-Zerdüştilik ve Aliciliğin ortak sentezi gibidir. Devlete bulaşmamış İslam pek çok bakımdan Animizme daha yakın durur. Bir animist öz de diyebileceğimiz bu yakınlık Hz.Ali de yansıtılır. Hz Ali ‘nin asıl düşünceleri ve duruşu önemli değildir. Önemli olan halkların ondan bağımsız şekilde kişiliğine yüklediği anlamlardır. Buna göre, Hz Ali İslam’ın ezilenlerini iktidara bulaşmamış olanların saflığını, adalet ve eşitliğini temsil etmektedir.

İslam, Hz Ali’nin katledilmesiyle ağır bir darbe alır ve Kerbela vahşetiyle ikiye yarılır.Yarılma sonunda Hz Ali’nin temsil ettiği asıl İslam; Yezidin temsil ettiği karşıt İslam ortaya çıkar. Karşıt veya egemen İslam dediğimiz şey, devlete ve iktidara bulaşmış İslam’dır. Günümüzün tüm “Müslüman” devletleri Yezid geleneğinin devamıdır.                                              

İslam öncesi dönemde Zerdüşti olan Kürtler, İslam fetihleri karşısında dirençleri kırıldıktan sonra Müslümanlaştırılmıştır. Zerdüşt peygamberi etnik kimliği tartışmalıdır. Kürtlere göre Kürt, Farslara görede Farsidir. Bizim için kimliği önemli değil. Kürtler ve Farsların dayı-yeğen olarak nitelendirildikleri dikkate alındığında Zerdüşt peygamberinde ortak kültürel kimliği temsil ettiği düşünülebilir. Zerdüşt İslam dini tarından bir peygamber olarak resmen kabul edilmez. Ama etkisi üç büyük dine sirayet etmiştir. Üç dinin temel ilkeleri Zerdüştilikten alınmadır. Özellikle Yahudilik Babil sürgününde Zerdüşti din adamları olan Magi’lerle karşılaşmalarından sonra, bilinen anlamıyla sistematik bir tek tanrılı dine dönüşmüştür. Zerdüşt filozoflar çağından peygamberler çağına geçiş döneminde ortaya çıkmıştır. Her iki çağın özelliklerini taşıdığı kadar, geçiş çağına denk geldiği için ikisinin sentezi olan üçüncü durum özelliklerine de sahiptir. Zerdüşt’ün bir yanı filozof diğer yanı peygamberdir. Ama tüm bunlarla birlikte üçüncü yanı itibariyle de Anemistir. Anemizim-felsefe ve din, Zend Avesta da lirik bir dil ile anlatılır. Zerdüştilik, temelde tarım dinidir. Hayvan kesimini yasaklar. Doğa ve canlılara saygıyı salık verir. Bu yapısıyla ekolojiktir. “iyi düşün, iyi söyle, iyi yap” derken felsefenin “düşünce-dil-el” diyalektiğini ortaya koyar. Kadın-erkek ilişkileri konusunda son derece demokratiktir.*** En temel ilkesi, kötülükler karşısında kaderci bir boyun eğiş yerine, mücadele etmektir. Pek çok inanç, kötülükten sakınmayı öğütlerken, Zerdüştlük kötülüğün üstüne gitmeyi esas alır. Tüm bu yönlerine rağmen Med-Pers ve Sasani devletler dinlerine dönüştüğünde, egemenlerin elinde bir yabancılaşmaya uğramaktan da kendini kurtaramamıştır. Mardinli Mani bu duruma bir tepki olarak gelişir. Amacı Zerdüştilik, Hıristiyanlık, Budizim gibi, inançlardan örülü sentez bir din yaratmaktır. Dönemim politik dini otoritelerinin hışmına uğrar. Zindana atılır ve girdiği ölüm orucunda yaşamını yitirir.

İslam ordularının Kürdistan’a girdiği dönem yeni dinin yayılmacılığının giderek yozlaşmaya, cihatların birer ganimet savaşına dönüşmeye başladığı dönemdir. Bu süreçte direnen binlerce Kürdün öldürüldüğü, ateşgahların yıkıldığı ve ceylan derilerine yazılı sayısız Zerdüşt’ü kutsal kaynağın İslam’a aykırı diye imha edildiği bilinmektedir. İslamiyet fetih edilen bu yeni topraklarda örgütlenir ve Kürtlere benimsetilir.

Eski yerel inançların, yeni inançlar içinde sürdürülmesi, evrensel bir diyalektiktir. Halklar yeni bir dini kabullenirken eski inançlarını yeni dine mal ederek kendi özgünlüklerine indirgerler. Hıristiyanlık ve İslamiyet kendilerinden önceki pagan inançlarla doludur. Üzerleri biraz eşelenirse halkların doğal Animist öğeleri görünür. Aynı diyalektik, Kürt halkında da işler. Günümüz “Diyarbakır İslam’ında,” Zerdüştlüğün yoğun etkilerini görmek zor değildir. İslam dünyasında beşinci Haramül Şerif olarak bilinen Ulu Cami kiliseden önce bir ateşgah, ondan öncede bir pagan tapınağıdır. Bugün “Dersim” olarak adlandırdığımız bölgede yaşayan Kürtler diyalektiği, eski inançlarını daha belirgin ve canlı şekilde sızdırmaya fırsat sunan ölçülerde işletmiştir.

İslamiyet’i benim derken onun Ali taraftarlığıyla örtüşen yönlerini almış, Zerdüşti ve Anemist inançlarıyla sentezlemiştir. “Alevilik” dediğimiz inanç sistemi bu sentezdir. Sentez süreci, Kürt kimliği benimseyecek tarzda gelişmiştir. Dersimliler arasında yaygınca dillendirilen “Dersim özgünlüğü” budur. Evet, Dersimin özgünlüğü vardır. Ancak bu özgünlük Tunceli özgünlüğü değildir. ***Tunceli özgünlüğü kendini modern, laik, Kürdistan’ın diğer bölgelerinden ayrı gören, Kürt kimliğini ikinci planda dar ve bölgeciliğe dayalı bir özgünlük iken, Dersim özgünlüğü Kürtlük bilincinin güçlü, kendini, Mardin veya Hakkâri’den ayrı görmeyen bir özgünlüktür. Zira İslamlaşma süreci Kürdistan’da bir asimilasyona yol açıp kültürel bakımdan Araplaşmaya dönüşürken, Dersim bu sürece Kürtlüğü Alevilik üzerinden koruma altına alarak cevap vermiştir. Araplaşmaya karşı direnen Dersim yüzyıllar sonra Türkleşmeye de direnecek ve devlet tarafından “Kürtlüğün merkezi” ve “çıbanbaşı” olarak tanımlayıp ezilecekti.

Dersim Kürtleri, yeni Türk devletine hâkim olan Sünni İslam’a karşı mesafeli duruşlarıda, düşman olarak görülmelerinde rol oynamıştır. İktidardan özenle kaçınmışlardır. Ebu Müslim Horasani’nin Halifeliği Emeviler’den alıp kendine mal etmeden Abbasiler’e vermesi bununla ilgilidir. İktidarı tercih etmemiş ama Zerdüştiliği İslam’ın içinde yaymaya çalışmıştır.

Dersim Aleviliğinin İslam’ın bir mezhebi mi, bir felsefe veya ayrı bir din olduğu yönündeki tartışmalar çokta gerekli değildir. Bizim açımızdan önemli olan onun içeriğidir. Özünü tahrip etmemek kaydıyla isteyen istediği gibi tanımlayabilir. Ama bu kesinki, Dersim Aleviliğin de başat olan, Anemist öğedir. Aynı öğeleri çeşitli yönleriyle Kürdistan’ın diğer bölgelerinde görmek mümkündür. Bunlar din tarafından ”batıl inanç” veya hurafe olarak nitelendirilip red edilirken halkta dine mal eder. Doğal Toplumun kendi inançlarını süreklileştirip yaşatmasının temel yöntemidir bu. Dersim katliamında aşiretler Halbori gözelerinde toplanıp ortak direniş kararı alırken yemin olsun diye Munzur suyuna taş atarlar. İslam dininin de böyle bir yemin usulü yoktur. Anemizim, devlet öncesi Doğal Toplumun doğayı oluşturan tüm varlıkları canlı- ruhla görmesine dayanır. Mana-totem ve tabu gibi üçayak üzerinden şekillenmiştir. Mana doğanın tabanına yayılmış bir tür ruhtur. Totem topluluğun kimliğini ifade eden ve mananın en çok üzerinde toplandığı herhangi bir doğal varlık ya da insan yapımı bir cisimdir. Tabu ise topluluğun uyduğu ahlaki kurallar bütünüdür. Günümüzde bile kullanılan aile aşiret armaları, ulusal bayraklar, kişisel uğur nesneleri gibi özel anlamlarla dolu her türlü aidiyet içeren sembol ve varlıklar, birer totemdir. Bir parti bayrağı partililerin ona yüklediği mana ile doludur. Mana dediğimiz şey anlamdır, ruhtur, candır.

Animizmin özünü cana saygı oluşturmaktadır. Bir kaya parçasının canı olduğu için ona saygı gösterilir. Bu can çoğu zaman kişilik atfedilerek insanileştirilir. Yaşamsal ihtiyaçlar dışında hayvan canına kıyılmaz. Avlandığında da o hayvandan özür dilenir. Şükranlar sunulur ve mümkünse kemikleri toprağa gömülür.

Mana ve kutsallık, aynı olgunun farklı anlamlarıdır. Manalı olan kutsal olandır. Doğal varlıklar manalı/ canlı/ ruhlu olduğu için aynı zamana da kutsaldır. Bu kutsalları dünyanın her yanında görmek mümkündür. Ülkemizdeki sayısız ziyaret, dilek ağacı, şifalı su kaynağı, içinden geçilebilen kimi delikli taşlar bu kutsal yapılardandır.

Dersim adeta bir açık hava ziyaretgâhlar merkezidir. Her aşiretin, her ezbetin, her ailenin bir totemi vardır. Bunlardan bir kaçı “ Kureşan’ların Düzgün Bava, Bavamansur’ların Muhundu, Karsanlı’ların Kalmem, Areyizlerin Qal Ferat, Haydaran’ların Jel, Balaban’ların ağır Bava, Çarekan’ların Bağır, Hormekan’ların Sülbüs, Abasan’ların Sıncıke, Abasan’ların Baliye, Sıhmemedan’ların Darasıpiye, Lolan’ların Buyer, Devişcemal’erin Sultan Seyid, Ağuçan’ların Sultan Hıdır, Demenan’ların Golê xıziri, tüm bölge halkları tarafında kutsal sayılan Munzur Gözeleri, Halbori Gözeleri, Gola Çetu, Zağge çeşmesi, Duzgün Bava, Kemera Bele, daha birçok kutsal mekânlar, ağaçlar, taşlar ve su kaynakları sayabilirsiniz Dersim Aleviliğin de, Munzur’un kutsallığı ancak zemzem suyuyla kıyaslanabilir. Munzur suyu Dersim’e can veren su görünümlü binlerce yıldır akan kutsal ruh gibidir. Dersim de, insana can veren Allah ve Anaya gösterilen saygıyla Munzur’a gösterilen saygı birdir.

Doğal /Anemist toplumun en belirgin özelliklerinden biri toplumsal ilişkilerin adeta atom çekirdeğini birbirine bağlayan bağ gibi güçlü olmasıdır. Modern toplumlarda toplumsal ilişkiler parçalanırken Dersim Anemist Alevi inancının etkisiyle toplumsal ilişkilerin çok yönlü geliştirildiği sürece mekân olur. Dersimliler, kendi aralarında her vesileyle geleneksel ve ahlakı sözleşmelere dayanan bağlar kurmaktadır. Musahiplik ve Kirvelik, bilinen aile aşiret, akraba, ilişkilerinin yanında toplumsal bağı güçlendiren unsurların başında gelir. Musahiplik, birbirleriyle musahip olan dört kişi arasındaki ahiret kardeşliğidir. Kirvelik ise akrabalık ilişkisinden daha önde gelir. Bir kirvelik neredeyse birbirinden uzak iki aşiretin tamamını bağlar. Eskiden seyrek kimi kan davaları, kirvelik yoluyla kesin çözüme kavuşturulurdu. Kirve olanlar arasında husumet olmaz. Kirvelik, temel toplumsal bağlardandır. Dersim’in sadece Türkiye’de değil dünyanın genelinde suç oranı neredeyse sıfıra yakın düzeyde bir bölge olması, Tunceli modernliğiyle değil, bu toplumsal ilişkilerle ilgilidir. “suç” kavramı ve ilişkisi daha çok modern dünyanın ürünüdür. Dersim ise modern değil, doğal bir toplumun özelliklerini daha fazla taşımaktadır. Yaygın ilişki ağı toplumla sınırlı kalmaz.

Kirvelik, doğayla oluşturulan bir bağdır aynı zamanda. Kutsal yerlerle kirvelik oluşturulup toplum diliyle, doğallıkla tanımlanır. Benim kirvem, köyümüzün ziyareti Kemer u Bask’tır örneğin. Kemer u Bask iki kardeş kayadır. Toplum her vesileyle kendi arasında olduğu kadar doğayla arasında sarsılmaz bağlar oluşturur. O nedenle Alevilik inancımız Dersim doğasını ve insanını tıpkı bebeği anne rahmine bağlayan göbek kordonu gibi yaşam bağıdır. Mana, can, ruh ve kutsallık buradadır. Modernizmin Dersim’e girişi, kutsallık algımızı tarih temelinde gelişmiştir. Katliam sonrası uygulanan göçertme yaygın yatılı mektepler politikası inancımızın ilkel ve hurafeler dini olduğunu vaaz etti. Her şeyi ruhsuzlaştırmayı hedefledi. Zira her varlığı ruhla gören Alevilik, inancımızı aynı zamanda Kürtlük bilincimizin koruyanıydı. Dersim şahsında kendini dışa vuran Doğal Toplum direnişinin böyle bir arka planı bulunmamaktadır.                                                                                                  

Abasanlar aşiretinden Seyit Rıza ve oğlu Resik Ağa, Demananlar’dan Cebrail Ağa, Haydaranlar’dan Kamer Ağa, Yusufhanlılar’dan Kemer Ağa ve oğlu Fındık Ağa, Kureşanlılar’dan Seyid Hüseyin Ağa idama giderken her biri şahsında inancımız ve Kürt kimliğimiz idam edilmek istendi. Yine Dersime devlet insanın düşebildiği en büyük alçaklık olan ihaneti soktu. Bahtiyarlar’dan Sahan Ağa üvey kardeşinin eli ile Koçgirili Alişer ve eşi Zarife hanımda Kirvesinin eli ile ihanetle katledildiler. Kerbela Dersim oldu. Dersim biat etmedi ve devlet, biat eden bir Dersim yaratmaya girişti, bu Tunceli’dir. Tunceli Aleviliği Yezidle biat eden Aleviliktir. Dersim, Kürtlüğün ve Doğal Toplumun son çırpınışı olarak sunuldu yıllarca. Hazin hikâyemiz, bir eşkıyalık hikâyesi olarak resmi raporlara yazıldı. Devlet, son kaleyi düşürdüğünü sandı ama yanıldı. Munzur, akmaya ve hayat vermeye devam etti. Dicle, Fırat. Zap, Aras’la birleşti. DTP’nin doğduğu yer, bu birleşme noktasıdır.

Parti olarak genel ve yerel siyasetimizi, toplumun doğallığına uygun şekilde geliştirdik. Yerel yönetim siyasetimizin özü, Doğal Toplumdur. Sahsımızda, bu toplum yargılanmaktadır.

Bize göre yerel yönetimler ve onun özü olan belediye, ulus devlet tarafından tüzel bir statü kazandırılmış, uzun vadeli yöntemlerle özünden boşaltılmış demokratik halk meclisidir. Yerel yönetimleri devletin ve partilerin uzantısına dönüştürmek, halkı devletin ve partilerin uzantısına dönüştürmektir. Parti olarak en büyük çabamız, bu doğrultuda yerel yönetimlerin bir zat partimin uzantısına dönüşmesine önlemek olmuştur. Partizanlık yapılmamıştır. Diğer partiler yerel yönetimleri kendilerine mal etmeye çalışırlarken, biz parti olarak bu kurumlara halka mal etmeyi esas aldık.

Yerel yönetim hizmetlerini yol, su, kanalizasyon gibi teknik ve fiziki alanlarla sınırlandırmayıp yeni standartlar oluşturduk. Çizgimiz demokrasiyi, ekolojiyi, cinsiyet özgürlüğünü, kenti ve ekonomiyi belediyede birleştiren felsefi bir yaklaşımdır. Bu çizgide Doğal Toplum dile gelir. Genel çizgimizi Dersim üzerinden ifade etmek gerekirse şu vurguları yapa biliriz.

Demokrasi, devlet dışı Doğal Toplumun kendini yönetme biçimidir Dersim, Cumhuriyete kadar kendini doğal bir öz yönetim geleneği ile yönetmiştir. Devletçi teorisyenlerin devlet sizlilik halini bir kaos ve anarşi hali olarak sunmaları, ideolojik bir çarpıtmadır. Dersim de devlet yokken de toplumsal bir düzen barış esasları üzerinden hep var olmuştur. Aşiret örgütlenmesi, devlet olmayan bir toplumsal formdur ve aynı zamanda bir öz yönetim sürecini de içermektedir. Fakat daha özgün olarak Cemler bir meclis işlevini görmüştür. Her Cem bir yerel meclis, her Pir de o meclisin başkanı gibi olmuştur. Cemlerin, yalnızca dini ibadetin yapıldığı platformlar değil, toplumsal sorunların ele alınıp karara ve çözüme bağlandığı süreçlerdir de. Cem, katılanlardan rızalık alınmadıkça başlanmaz. O yıl kimler arasında problem, anlaşmasızlık yaşanmışsa gündeme alınır, hak hukuk ahrete bırakılmaz. Asıl kabahati olan cem meclisinde dara kaldırılır, durumu değerlendirilir, gerekli durumlarda yaptırıma tabi tutulur. Bu yaptırımlar çeşitlidir. Her kim maddi bir zarara yol açmışsa, ona göre bir yaptırım devreye sokulur.  Belli bir süre cem’e alınmaz.

Bu ağır bir yaptırımdır. En ağır olan ise aforoz etmektir (lanetleme).  Aforoz etme, ağır kabahati olan bireyin toplum ve cem dışına atılmasıdır. Kişinin evinin önüne pir tarafından bir taş dikilir ve bu o evin tüm cemaatin ortak aldığı karar sonucu lanetlendiği anlamına gelir. İlan edilen lanetleme süresince köy halkı o kişiye ne selam verir, nede kurban verir o kişiye. Bu sürenin sonunda kabahatli kişi bütün cemaat önünde tövbe ederek pişmanlığını belirtip söz verir; bir daha aynı hatayı yamayacağına dair. Tüm bu süreçlerde ne devlet, ne de devletin mahkemeleri, polisi, ne de askeri vardır. Tümüyle inanca, ahlaka ve karşılıklı rızaya dayanan hak, hukuk sistemi vardı. Eğer tarif ettiğimiz şekliyle bir öz yönetim organı olan belediye demokratik halk meclisi ise, cem de bir halk meclisidir. Camii geleneği de aynıdır. Şuan yalnızca ibadet amaçlı kullanılsa da eskiden her camii o yerdeki meclis işlevini görür, her türden toplumsal sorunun tartışılıp karara bağlandığı mekânlar olarak kullanılırdı. Yezid geleneğiyle özünden boşaltılan camilerin ruhu cem evlerinde yaşatılmaya çalışılmakta, ama Tunceli Aleviliği cem evlerimizi de özünden uzaklaştırmaktadır. Cem evlerinin günümüzde yalnızca ibadet amaçlı kullanılması bunun sonucudur. Tarihsel ve toplumsal işlevleri olan cem evleri modernist devlet tarafından karalanmaktan kurtulamamıştır. Aleviler için uydurulan “mum söndü oyunu” böyle ahlaksız karalamaların başında gelmektedir. Tekke ve Zaviyelerin yasaklanmasında cem evleri de payını almıştır. Halkımız yasaklı ortamda nöbet tutarak gece karanlığında dikkat çekmemek için mum ışığında inancını sürdürmüştür. Cemlerde, kadınlar ve erkekler, yaşlısı ile genci hep bir araya gelerek yaptıkları bir ibadettir. Herhangi bir tehlike görüldüğünde, gözcüler tarafından uyarılıp mumlar söndürülmüş ve bu olay da ahlaksız iftiralara konu edilmiştir. Günümüzde bir hakaret sıfatı olarak kullanılan “manyak” kelimesi nasıl ki “maniyak”  şeklinde, yani Mani taraftarları için kullanılmışsa, mum söndü iftirası da devletin yasağına karşı gelmekten üretilmiştir. 

Cemlerin belirttiğimiz işlevleri görülmeden doğru bir yerel yöneticilik yapılamaz. Sırf partimiz bunu görmüştür.  Tarihsel bakımdan belediye ekolojik bir birimdir. Toplum ve doğa, ekolojiyi meydana getirir. “Beled” in anlamı mekândır. “Belediye” mekânla ilgili olandır. Dersim hem Dersim doğasını, hem de Dersim toplumunu ifade eder.  Bir mekân ve toplum olarak Dersim’in anlamı “beled” üzerinden tarif etmek, Dersim ile ilgili olan her şeyin mekân ile ilgili olan manasındaki belediye ile ilgili olduğunu gösterir. Dolayısıyla doğası ve toplumuyla birlikte Dersim bir eko sistem ise bizim açımızdan belediye de bir eko sistem birimidir. Dil ve inanç bu eko sistemin asli unsurlarıdır. Dilin ve inancın tarihi doğanın tarihi ile eşdeğerdir. Devlet imha ve inkar siyasetiyle ekolojik sorunlara yol açmıştır. Toplumun öz yönetim süreçlerini dağıtmaya çalışmış ve böylelikle Dersim’i krizli bir mekâna dönüştürmek istemiştir.

Ekoloji kendisini belediye üzerinden bir öz yönetime dönüştürür. Geçmişte bu süreç cemler üzerinden yürümüştür.

“Mekân” anlamındaki  “beled”in bir diğer manası “rahim” dir. Belediye aynı zamanda rahim ilgili olan demektir. Bu durum doğal toplumun öz yönetim süreçlerinin temelde dişil olduğunu gösterir.  Mekân, doğa, yurt, uzayı rahim ve” beled” gibi kavramlaştırmalar aynı olguya verilen değişik isimlerdir. Hatta Sümer’de beledli adında bir Rahim tanrıçası bile görülmektedir.

Eski Dersim halk inanışında gözelerden doğan Munzur suyunun Ana Fatma’nın göğsünden fışkıran süt olarak kabul edilmesi Ana sütü üzerine yemin içmek ile Munzur suyu üzerine aynı kutsallıkla karşılanması, ekoloji, “beled” ve kadın arasındaki çarpıcı örneğidir.

Dersim ekolojisi, kendini en çok kadında dışa vurur. Pirin eşi Ana’nın manevi ağırlığı, kadın özgürlüğü konusunda model oluşturacak düzeydedir: Dersim kadını gündelik hayattan politik alana kadar toplumda özgün bir saygınlık yaratmıştır. Bu doğal toplumun özelliğiyle ilgilidir.

Yerel yönetim siyasetimiz, doğal toplumun yapısına uygun bir şekilde yapılandırılıp uygulanmıştır. O nedenle demokratik ekolojik cinsiyet özgürlükçü temelde gelişmiştir.

Dersim özgünlüğünde yerel yönetimlerin yalnızca partimizi ilgilendirmediği açıktır. Bu konuda öncü olduğumuzu düşünüyor, ama yerel yönetimleri kendimizle sınırlandırmıyoruz. Dersim, üzerinde yaşayan herkesindir.  Yerel yönetim sürecine katılım herkesin sorumluluğudur. Özellikle sivil toplum örgütlerine önemli görevler düşmektedir. Dersim bilhassa “Tunceli Dernekleri” adıyla kurulan onlarca sivil oluşumla öne çıkan bir kenttir. Sivil örgütlenme düzeyindeki yoğunluk pek çok bakımdan örnek teşkil edecek durumdayken, söz konusu kurumların Dersim duyarlılığını, Dersim’in doğallığına yanıt verecek şekilde geliştirmeleri de bir gerekliliktir. Tunceli’ye karşı Dersim’i savunmak, bunu da geleneklerimizle, inancımızla, dilimizle, Kürt kimliğimize sahip çıkarak yapmak büyük acılar yaşatılarak katledilen buna rağmen Kürtlük bilincini anılarıyla yaşatan atalarımızın ruhunu şad edecektir. Seyit Rızalar bir halk adına direnirken, bu halk ile yalnızca Dersim halkını kastetmediler. Dava yalnızca Dersim değil, aynı zamanda Malatya, Diyarbakır, Hakkari, Adıyaman, Urfa davasıydı. Dersim Kürtlüğün merkezi olarak nitelendirilirken, atalarımız tarihsel misyonlarının bilincindeydiler. Bu duyarlılıkları, Kürdistan’ın tamamınaydı. Tuncelilileşmenin bizzat devlet tarafından yetiştirilmesinin tek amacı, işte bu duyarlılığı köreltmekti. Bu konuda kimi yönleriyle başarılı olunduğu açıktır. Tuncelili, Hakkari, Şırnak, Mardin veya Ağrı’ya karşı duyarsızdır. Bunları kendinden görmemekte, hatta modernizmin verdiği yabancılaşma duygusuyla bir parça küçümsemektedir. Yetmiş iki milleti bir görenler kendi milletlerini de görmek durumundadırlar. Hakkari’nin Dersim’e olan duyarlılığını, Tunceli’nin Hakkari’ye göstermemesi ancak asimilasyon ve kendine yabancılaşma ile açıklanabilir. Oysa Seyit Rıza İngiliz hükümetine gönderdiği telgrafında bütün Kürt halkı adına seslenmektedir.  Parti olarak izlediğimiz yerel yönetimler siyaseti, halkımızın öz değerlerine dayanmaktadır. Bu öz değerlerin başta geleni ulusal kimliğimizdir. Kimliğe sahip çıkmak demokrasinin, ekolojinin ve inancın bir gereğidir. Kimliğimizi red edip- siyasetimiz üzerinden bu mahkeme salonunda yargılamaya çalışan zihniyete karşı vereceğimiz en anlamlı yanıt: yerel yönetimlerle cem geleneğini birleştirmek olacaktır.

Bireysel ve toplumsal anlamda, varlığını armağan etme anlayışının ve kültürünün bilinç kılınmasının ifadesidir. Varlığını armağan ederek ya da ötekinin varlığını ortadan kaldırarak, kendisine ya da kendisi gibi olanlara yaşam alanı yaratmanın, var olan yaşam alanını korumanın ifadesidir bu helallik...

İnsan, diğer canlılardan farklı olarak, doğayı yer altı ve yer üstü varlıklarıyla birlikte,  kendi üretim, tüketim ve bölüşüm zincirine eklemleme ve bunun sürekliliğini sağlama eylemliliği ile birikimsel bir zenginlik yaratma başarısını gösterebilmiştir.

İşte bu noktada, Doğal organik toplum, kendinde bir şey olarak,  bir anda, neden, nasıl, niçin gerçekleştiğine, bağlı bir biçimde ekonomik, sosyal, siyasal bir nitelik kazanır. Yani toplumsal bir varlık olan insan bir soyutlama düzleminde, siyasaldır.

Oysa kendinde bir şey olarak, insandan bağımsız hiçbir kutsal varlık yoktur. Kutsalı yaratan da kutsallık atfedilen bir varlığın var olma haline son veren de insandır. Kutsal ideolojik bir örtüdür; bireyin düşünüşünü, söyleyişini, eyleyişini biçimlendiren ve yönlendiren. İlkel denilenler de dâhil, var olan dinler  ve milliyetçilik başta olmak üzere, tüm ideolojiler kutsallar yaratır. Bu kutsal ya da kutsallık atfedilmiş varlık ekseninde de eylemeye, düşünmeye yöneltirler insanları. İşte partimiz ve savunmamız bu kutsallık ölçüsünde değerlendirilmelidir.              

Not: Bu yazı KCK davasından tutuklu bulunan Dersim seçilmiş belediye başkan yardımcısı Alican Önlü’nün mahkemeye sunduğu ama hala yapamadığı savunma metininin gazetemiz tarafından Dersimle ilgili özetlenmiş kısmıdır.