Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Banaz’dan Madımak’a... Kemal Bülbül

Yıl 1500’lerden biri??? Kıtlık kıranda yaşamaya çalışan Anadolu köylüsü “Ekende yok, biçende yok/ Yiyende ortak Osmanlı’nın” saldığı vergi ve uyguladığı zulümden kan ağlıyor. Sivas ilinin Banaz köyünde Koca Haydar derler bir can “Bozuk düzende sağlam çark olunmaz!” diyerek yola çıkıyor. Yol zorlu, yol yorucu, yol belalı... Kerbela misali yani. “İstanbul şehrinde ol sahip devlet/ Tacı tahtı ile yıkılmalıdır!” dediğinde O artık pirlerin sultanı, sultanların abdalıydı. “İstanbul şehrinde ol sahip devletin valisi” Pir Sultan Abdal’ı idama mahkum etti. Pir Sultan Abdal “Kadılar müftüler fetva yazarsa/ İşte kement, işte boyunum asarsa/ İşte hançer işte kellem keserse/ Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan!” demiş ve Hak ile Hak olmuştu.

Şimdiki zamanda Ankara şehrinde ol sahip devletin zulmü devam ederken 22 Haziran’ı 23’e bağlayan gece Ankara şehrinden çıktık yola. Şafağın ilk ışıkları ile Yıldızeli’ni geçip Banaz kavşağına vardık. Daracık bir yol. Gelişi güzel “Asfalt” döşenmiş. Lakin toprak yol olsa bundan iyi. “Asfaltın” çukurları insanın iç organlarını dökecek cinsten. Biraz ilerledikten sonra buraları iyi bilen bir can “Bu yol Abdüllatif Şenerin köyü Çırçır için asfaltlandı” dediğinde bir baraj göletinin yanından geçiyoruz. Aynı can “Bu gölet Banaz’ın ve Alevi köylerinin toprağını su altında bıraktı ama Çırçır gibi Sünni köylülerin arazisini sulamak amacıyla yapıldı!” diyor. Banaz’a son dönüşteki kavşakta jandarmalar yolu kesmiş! Şaşırmadık doğrusu. Omuzu kalabalık olan askere “Uygulamanız ne? İzniniz var mı?” diye sordum. “Kimlik kontrolü yapacağız” dedi. Lakin bu can kimliğini evde unutmamış mı? “Yapmasanız olmaz mı?” dedim. Otobüsün merdiveninden içeriye şöyle bir bakıp “Devam edin!” dedi. Ama Banaz’a varınca zar zor çeken telefonum çaldığında Tokat’tan gelen canlarımız “Başkanım burada eşyalarımızı karma karışık ettiler! Bu ne biçim arama?” dedi.

Türkiye’nin dört bir yanından gelen canlar Pirin makamında bulunmaktan son derece hoşnut. Programımız başladı. Canlarla haspı hal ettik. Sıra Pirimizi niyaz etmeye geldi. Bir demet karanfille huzura vardığımda Pir Sultan Abdal sarı tamburasını göğü delercesine yükseltmiş, dertdaşı, haldaşı, başı dumanlı yıldız Dağı’na bakıyordu. Karanfilleri sundum ve “Pirim bir hafta sonra Madımak’ta olacağım! 33 Cana ne dememi istersin?” dedim. Pirim “33 Can divanımda mihmandır. Sen yaşayan canlara söyle söyleyeceğini” dedi. “Ne söyleyeyim Piri Piranım, aklım imanım?” deyince “Ankara şehrinde ol sahip devletin İstanbul şehrinde ol sahip devletten bir farkı var mı? İnsanlık için, özgürlük ve adalet için bir olun iri olun diri olun!” dedi. Eyvallah Piri Piranım! Aşk ile... Yıldız Dağı’nın başı yine dumanlı, Yıldız Dağı mahzun, Yıldız Dağı dertli ve gam kasavet bürümüş başını! Döndüm Pirimin eksenini tavaf edeyim! Bir can secde etmiş Pir Divanı’nda. O da kim?.. Bu gül cemali tanıyorum ben! Pirim nelere kadir senin aşkın? Secdedeki can Pir Seyit Rıza’nın torunu!!! Ellerini pire açarak doğruluyor yerden ve ben sarılıp ellerinden öpüyorum. Pir Sultan Abdal ve Pir Seyit Rıza! Ya keramet sahibi! Ya ilim deryasını gönül pınarında çağlatan marifet sahibi! Bir rüya mı bu? Bu kadar irfan bu kadar kemalet bu kemter cana fazla gelir! Himmet eylen ya Piri piran! Ne yapsam? Coşkun seller gibi çağlasa gözlerim. Misku amber kokudan bir nefescik çeksem, varlığımı adasam! Kerem eylen ya Piri Piran! Yıldız Dağı’nda duman olsam, bir abdal dervişte iman olsam! Turap olsam, kaya olsam, taş olsam... Yıldız Yaylası’nda süzülen bir kuş olsam..!

Topuzlu Baba’ya etkinlik alanına döndük. Sahnede Musa Eroğlu kaptırmış yüreğini Hak Aşıklarından çalıp söylüyor. Ama Hak kelamı ağzında kalıyor. Elektrik kesildi!!! Ve akşama kadar gelmedi. Aradık sorduk “Arıza varmış! Ekipler gidermeye çalışıyormuş!” Çaresiz, konuk olacağımız köylere dağıldık. Yusuf Oğlan’lı canların “Sizi mutlaka konuk etmek isteriz!” ısrarını kırmak hoş olmaz. Vardık Yusuf Oğlan köyü cemevine. Muhtar, köylüler geldi, bizi evlere taksim ettiler. Köy Derneği’nin başkanı Gürsel cana mihman oldum. Israrla 15 Haziran’da yapacakları yayla şenliğine davet ediyor. “Nerede yapacaksınız bu şenliği?” “Yıldız Yaylası’nda!” demez mi? Arkasından da “Bakalım mı yaylaya?” deyince gece vakti çıktık yola. Köy gençleri, muhtar, pehlivan dedikleri bir can... Sürekli tırmanan toz duman bir yoldan yaylaya vardık. Arabalardan indik. Başımı gökyüzüne kaldırdım! Yıldız yağmuru var. Neden “Yıldız Yaylası” dendiğinin cevabı gökyüzünde. Yıldız Dağı, Yıldız Yaylası... Ve Pir Sultan abdal. “Yıldızdır Yaylası, Banaz’dır Köyü!” Yusuf Oğlan Köylüleri çok misafirperver, Tevazuları ibadet misali!

Sabah Banaz’a döndük. Elektrik gelmiş. Kaymakam ve candarma komutanı da gelmiş. Adet olduğu üzere “Protokoldeki” yerlerini almışlar. Oturdum, içimden “Hoş geldiniz” demek gelmedi ama neylersin ki mihman! “Elektrik idaresi özelleşti. Biz de bir şey yapamayız!” diyor kaymakam efendi. “Biz aramadaki durumu duyunca müdahale ettik. Aleviler Zarasız yurttaşlarımızdır!” diyor candarma komutanı...

24 Haziranı 25 Hazirana bağlayan gece yorgun argın Ankara’ya döndük. Sabaha karşı uyudum. Uyandığımda “KESK ve Eğitim-Sen’e dönük KCK operasyonları çerçevesinde..? Kişi evlerine yapılan operasyon sonucu gözaltına alındılar!” haberi var ekranda.

Pirimin “Ankara şehrinde ol sahip devletin, İstanbul şehrinde ol sahip devletten farkı var mı?” sözü beynimde burgaç gibi dönüyor! Ve Madımak yürüyüşü için çalışmam gerek..