KADINLARI SADECE KURŞUNA DİZMEDİLER, TECAVÜZ ETTİLER
90 yaşındaki Yumoş Bakıray
KADINLARI SADECE KURŞUNA DİZMEDİLER, TECAVÜZ ETTİLER
1937 yılında Turişmek köyü Robaik mezrasında, ailemle yaşıyordum. 15 yaşındaydım daha. Askerler katliamdan önce gelip köydeki evlerde bulunan bıçaklarımızı bile toplayınca babalarımız, dedelerimiz şüphelendi aslında. Askerler katırlarla aylarca bölgeye sevkiyat yaptılar, çadırlar kurdular, silahlar getirdiler. Katliam gününde bizim köydeki insanları başka bir köye götürdüler. Biz kaçtık, ormana saklandık. Oradan seyrediyorduk korkuyla. Çevredeki köylerden toplananları ilk önce kadın ve erkek olarak iki ayrı gruba ayırdılar. O anı hayatım boyunca hiç unutmadım. Kalabalığın önüne kurulu silahlar vardı. Askerler erkekleri o silahlarla taradılar. O an yükselen çığlık ve yakarışlar, şu an bile kulağımda.
Anlatırken kalın çerçeveli gözlüklerinin altından gözyaşları akıyor Yumoş Nene’nin. “Neneceğim biraz dinlen istersen” deyince, “Yok oğul, anlatalım ki bir daha kıyamasınlar kimseye” dedi ve devam etti:
İnsan vicdanının kabul edemeyeceği bir sahneydi benim için. Gece kâbus görmeme neden olan olay o an oldu. Askerleri kadınların içine saldılar. Etraf sarılıydı ve çoğu bir birine iple bağlanmıştı. Kadınlara tecavüz ettiler ve çığlıklar içinde süngüler ile öldürdüler. Ortalık tam bir cehenneme dönmüştü. Saklandığımız yerde ağlıyor, korkuyor ve çığlımızı içimize gömüyorduk. Aynı şey bizimde başımıza gelebilirdi. Kaçtık, ormanın derinliklerinde saklandık. Askerler daha sonra köyleri ateşe verdi. Askerler gittikten sonra saklandığımız yerden çıkıp köye indik. Cesetler yerdeydi hala. Her yer kan gölüne dönmüştü. Her taraf komşumuz, akrabalarımız ve tanıdıklarımızın cesetleri ile doluydu. Sonra tekrar ormanlık alana çekildik. Aylarca ormanda saklandık hiç inmedik. Gündüz mağaralarda saklanıyorduk, gece köylerimize gelip başıboş olan hayvanları sağıp süt alıp tekrar mağaralara geri gidiyorduk. Kadınlar çocukları ile birlikte mağaralara saklanıyordu. Bir bebek ağlamaya başladı. Yanındakiler kadına ‘çocuğu sustur, yerlerimizi öğrenirlerse gelip bizi de öldürürler’ dedi. Kadın emzirdiği çocuğunu göğsüne ağlayarak bastırdı sesi çıkmasın diye. Asker gittiğinde çocuk boğulmuştu.
KÖYÜ ÇIĞLIKLAR SARDI
Katliamın bir diğer yaşayan tanığı 83 yaşındaki Hüseyin Gül. İzlerini hala vücudunda taşıdığı katliam sırasında 10 yaşındaymış Hüseyin Dede: Anlatırken o günleri yeniden yaşıyor:
Askerler bizi Hopik’te topladı. İple kollarımızı birbirine bağladılar. Önümüze makineli tüfekleri koydular ve taramaya başladılar. Kadın çığlıkları ortalığı kaplamıştı. Ağzımdan ve vücudumun başka yerlerinden vuruldum. Bir cesedin altında kaldım ve ölü numarası yaptım, hiç kıpırdamadım. Yaklaşık 10 asker ölenleri kontrole geldi. Süngü batırıyordular.Koluma süngü isabet edince ah dedim. Canlı olduğumu anlayınca bacağımdan tutup sürükledi ve tepeden aşağı attılar, Munzur’a attılar beni. Askerler sudayken de ateş etti ama vuramadı. Bir baktım Munzur kıpkırmızı, kan akıyor. Suların üzerin cesetler yüzüyor. Boğulmak üzereyken yanımdan geçen bir cesede tutundum. Onunla birlikte epey sürüklendim. Bir yerde ayaklarımın taşa değdiğini hissedince çırpındım sudan çıktım. Aylarca dağlarda köy köy dolandım.
______________________________
Keçileri Bombalayan Pilota Madalya Takıldı..
CHP, ilginç bir parti. CHP’liler de! Bir yandan bir mezhep ekseninde kadrolaşmaya soyunuyorlar. Diğer yandan o mezhep mensuplarının yoğun olarak bulunduğu bir ilimize yönelik kanlı baskınları örtbas etmeye çalışıyorlar. Sadece CHP’liler değil. Kendilerine yönelik kanlı baskınlar düzenlenen Dersimlilerin tavırları da ilginç. Kendi cellatlarını, bağırlarına basıyorlar. Kendi yorumlarımızla işi subjektif değerlendirmelere götürmeyelim. Yapı Kredi Yayınları’ndan 1998’de çıkan bir kitaptan alıntılarla olayı aktaralım. Kitap, Cumhuriyet’in 75. yılı anısına, Halit Kıvanç’ın Sabiha Gökçen ile yaptığı ve 1950’li yıllarda gazetelerde yayınlanan röportajlardan oluşuyor. Kitabın ismi de “Bulutlarla yarışan kadın.” CHP’liler itiraz ediyorlar, “Dersim olaylarında şu şu kişilerin bir kusurları yoktur” diyorlar ya. Atatürk’ün manevi evladı ile yapılan röportajdan, olayın gerçek yönünü öğrenelim. Önce Halit Kıvanç’ın yorumu:
Hafızanıza müracaat ederseniz, genç kızın yola Ata’nın tabancası ile çıktığını hatırlarsınız. Bu tabanca, Sabiha Gökçen’in şu anda da titizlikle muhafaza ettiği kıymetli hediyelerin başında geliyor. Zira Ata, genç kızın esas tabancasının ağır olduğunu bildiğinden, ona daha hafif olan Smith-Wesson’unu vermeyi doğru bulmuştu. Bu aynı zamanda, ‘Sana güveniyorum. İcap ederse işte seni koruyacak silah’ demek isteyişi gibi, mutena bir manası da vardı. Atatürk’ün tabancaları çoktu. Uzun müddet kullandığı esas tabanca, bu Gökçen’e Dersim’e giderken verdiği idi.
Demek ki ne imiş? Sabiha Gökçen, Dersim’i bombalamaya gitmeden önce, Atatürk’ten çok önemli bir hediye almış: “Atatürk’ün en uzun süre taşıdığı silahı.” Aynı röportajdan, şimdi de direkt Sabiha Gökçen’in anlatımını aktaralım:
Alay kumandanı bizi toplamış ve ‘tabancalarınızı unutmayın’ demişti. Ben de Ata’nın verdiği tabancayı elimle şöyle bir yokladım. ‘Canlı ne görürseniz ateş edin’ emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk.
Olayın bire bir içindeki kişi anlatıyor; 1937’de yaşanan Dersim bombardımanını.Emir aynen bu: “Canlı ne görürseniz, ateş edin.” Ve bizzat failin ağzından itiraf: “Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk.” Kıvanç’ın ara notları ile, manevi evladın anlatımları devam ediyor:
Gökçen bir an güldü: Gariptir, dedi. Tavuk kesilirken bakamam. Fakat tayyareye binince, hele böyle askeri vazife alınca, bu histen sıyrılıyordum. Gene de öyledir. Tavuk kesilmesini seyre bile tahammül edemem.
Tavuk dahi kesemeyen manevi evlat, “canlı ne görürse, bombalıyor!” Ben iddia etmiyorum, kendisi itiraf ediyor. “İlk kadın tayyarecimiz Sabiha Gökçen” başlıklı aynı röportajın devamında bir ara başlık: “Dersim başarısı madalya ile taltif ediliyor.” Ara başlığın altında yazılanlar, anamuhalefet partisinin bugün karışmasına sebep olan “Dersim olaylarından Atatürk de haberdardır” merkezli iddiaların ne kadar doğru olduğunu ispatlıyor:
Sabiha Gökçen, Dersim harekatında muvaffakiyetle vazife görmüştü. Bir ay süren harekat sırasında bazan pilot olarak tayyareyi kullanıyor, bazan râsıt olarak vazife görüyor, bazan bomba atıyor, bazan keşif yapıyordu. Âsiler bir kadın tayyarecinin kendilerine bomba attığını öğrenmişlerdi. Hele bir kadın tarafından ateşe tutulmak, onlara çok ağır geliyordu. Ah bu kızı ellerine geçirselerdi. Bunun içindir ki Atatürk ileriyi görmüş ve ‘Çarpışacağın insanların eline esir düşersen, sana çok fena muamele ederler’ demişti.""